
Tarihin Akışı Baştan Aşağı Değişebilir Miydi?
Şenol Koçan
Merhabalar…
Bu soruyu bir çok kimse sormuş,
yanıtını almış mıdır bilinmez …
Acaba Napoleon
Waterloo’da kaybetmeseydi veya Hitler, Leningrad ve Stalingrad’ı işgal etseydi.
Fatih zehirlenmeyip Otranto’dan devam etseydi. Ya da Atam 57sinde değil de
87sinde rahmete erseydi…
Üç gün aç
susuz durmadan sizlere komplo teorisi üretebilirim. Amacım komplo teorisi
tadında bir film senaryosu anlatmak değil. Yaşanılan zamanın şartlarını göz
önüne alıp, imkanlar dahilinde kaçırılmış fırsatlardan bahsetmek…
Kırılma
noktaları vardır tarihte. İşler rayında giderken veya öyle gözükürken kimi
zaman yavaş yavaş kimi zaman da yıldırım hızıyla hesaplar ters döner. Tarihin
her döneminde olmuştur ve olacaktır da. Durmadan akıp giden zaman karşısında
tarih, devletler ve medeniyetler mezarlığıdır kısa anlatımıyla…
Osmanlı
tarihinde de belli kırılma noktaları vardır. Ankara Savaşı gibi, Fatih’in ölümü
ve Cem Sultan ile Türklerden oluşan ekibinin yönetimden uzaklaştırılması gibi,
Prut’ta elden kaçırılan zafer ve Deli Petro gibi, belli başlı iki elin
parmakları toplamını geçmeyecek kimisi büyük etki yaratacak, kimisi belki tüm
seyri değiştirebilecek kırılma noktaları. Onlardan biri de Şehzade Mustafa’dır
bana göre…
Sultan
Süleyman oğlu Şehzade Mustafa 1515 yılında dünyaya gelmiş. Manisa sancak beyliğine
tayini sırasında on beş (kimi kaynaklara göre on sekiz) yaşındadır. Çok iyi bir
tahsil görmüş ve sancak beyliği vazifesinde de bilgi ve tecrübesini arttırmış.
İyi bir zekaya sahip olduğu ve bu sayede kendisini etrafa kolaylıkla sevdirmeyi
başardığını belirtir tarihçiler.
Hürrem’den
doğan şehzadeler büyüdükçe, Mustafa’nın aleyhindeki çalışmalar yavaş yavaş
hissedilir hale gelmiş. Bu faaliyetin daha önceden etrafa pek sezdirilmeden,
padişaha etki edilerek yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Hürrem’in en büyük oğlu
Mehmed’in Manisa’ya tayini, padişahın ona karşı beslediği sevgiye atfedilse de,
Mehmed öldükten sonra Mustafa’nın Manisa’ya gönderilmeyişi sarayda aleyhine ne
denli bir çalışma yürütüldüğünü anlamamıza kafidir. Mustafa Amasya’da kalırken,
Selim, Konya’dan Manisa’ya (İstanbul’a en yakın şehzade sancağına) tayin
edilmiştir.
İsminde
bulunan Kanuni ünvanı, adaleti ile tanınan Sultan Süleyman’ın karısı ve kızının
etkisinde kalıp, evlat katili olmasını engelleyemedi der Mufassal yazarları.
İçinizden bazıları bunu devletin geleceği için yaptı diyebilir. Birazdan
geleceğimizle ilgili bahse geleceğim. Ama üzerinde durulması gereken nokta;
suçunun ispat dahi edilmeden, bir insanın başka birinin emri ile (o kişi öz
babasıdır) katledilmesidir. Kanuni’yi sorgulamayacağız merak etmeyin. Yaptığı
kanunlar ortada. Ama bu kanunların kaçı kanuni tartışılır ama konumuz o değil…
Ordunun ve
ulemanın Mustafa’nın yanında yer alması, onun şahsi tesirindendir. Asker sınıfının
bir şehzadeyi desteklemesi için ondan kumandanlık kabiliyeti, cesaret,
cömertlik görmesi gerekir. Mustafa’da bütün bu özellikler mevcut idi. Hürrem ve
ekibi ise Mustafa’ya karşılık Bayezid’i desteklemekte ve Hürrem’in damadı
Rüstem kaynanasının yardımı ile veziriazamlıkla şereflendirildikten sonra
Mustafa aleyhine büyük bir çalışma içine girmiştir.
Mustafa’yı
takip için gönderdiği Ahmed Paşa, Mustafa ile kısa zamanda dost olmuş aynı
zamanda Mustafa’ya damat olmuştur. Rüstem, tabii ki Ahmed Paşa’ya da bilendi.
Mustafa,
dedesi Yavuz gibi bir girişime tenezzül etmemişti. Babasını tahttan indirmek
gibi. Çünkü, en büyük şehzade olarak tahtta en yakın aday olarak görünmekteydi.
Şerafettin Turan tarafından ortaya çıkarılan tarihi bir mektup sayesinde, Mustafa’nın
düşüncelerinden haberdarız. Mustafa o dönemde Erzurum beylerbeyi olan Ayas
Paşa’ya yazdığı mektubunda babasının ölümünden sonra tahtın kendisine
temini için yardımını ve hatta kendisinden bağlılığına dair bir teminat istemiştir.
Tahta çıkınca yardımını gördüklerini ödüllendireceğini de belirtmiştir. Devlet
erkanını, orduyu mutlu edeceğini ve halkı adaletle yöneteceğini bildirmiştir.
Mustafa, bu mektuptan başka mektuplarda yazmış olabilir. Babası öldükten sonra
tahta geçişinde taraftar temin etmek için. Ama saray da muhakkak boş
durmamıştır.
Lord Kinross
eserinde , altmışına giren Sultan Süleyman İran’a yürürken, Hürrem’in damadı
sadrazam Rüstem’in bir habercisi gelip, yeniçerilerin huzursuz olup, ordunun
başına Şehzade Mustafa’nın geçmesini istediklerine dair bir haber ulaştırır
der.
Nazım Tektaş
eserinde, padişahın üç seneye yakındır sefere çıkmayışının, yerine paşaları
gönderişinin yaşlılığına yorulduğunu, halkın askerin başına güçlü bir serdar
lazımdır diye homurdanıp, şehzadeye babasının ihtiyarladığını, sefere
çıkamadığını nasıl olsa taht size kalacak, şimdiden gidip Rüstem’in kafasını
kesip, askerin önüne düşün cümlesi size katılır dediğini, hatta halk padişahın,
kalan ömrünü ibadetle geçirmesini öğütleyerek şehzade Mustafa’nın
kışkırtıldığını belirtir.
Rüstem’in
Mustafa’nın ağzıyla ve taklit ettiği imzasıyla İran Şahı’na mektuplar
gönderdiği bilinmektedir. Ayrıca Şemsi Paşa hazırlanan yığınla sahte belgeyi
Sultan Süleyman’a gerçekmiş gibi sunmuştur. Mustafa’nın Şah ile ittifak
kurduğunu ve devamlı irtibatta olduğunu belirtir. Robertson eserinde, Şah ile
ittifakın yanı sıra Mustafa’nın Şah’ın kızlarından biri ile evlendiği hakkında
padişaha bilgi verildiğini belirtir. Süleyman hemen inanmaz. Hatta şunları der
: Haşa ki Mustafa Han’ım bu küstahlığa cüret ede ve benim hayatımda böyle bir
vazı namakul irtikab ede. Bazı müfsidler kendilerinin mail oldukları şehzadeye
mülk olsun diye bühtan ederler! Zinhar bu sözü bir dahi lisana getirmeyin ve bu
makule mesaviye vücud vermeyin der. Ama birilerinin etkisinde kaldığı muhakkak
ki sonunda evlat katili olur.
Süleyman,
kuşkuları ve oğluna karşı harekete geçebilmesi için şeyhülislama başvurur.
Busbecq’e göre Süleyman şeyhülislama şunları anlatmış: ‘İstanbul’da varlıklı
bir tüccar yaşarmış. Bir süre şehirden ayrılması gerekince, eviyle mülkünün
başına çok güvendiği ve büyük iyiliklerini görmüş bir kölesini geçirmiş,
karısıyla çocuklarını da ona emanet etmiş. Ne çare ki tüccar gider gitmez bu
köle efendisinin malını çalmaya ve karısıyla çocuklarının hayatına kast etmeye
başlamış. Üstüne üstlük efendisini mahvetmek için dolaplar çevirmeye başlamış.
Bu köle hakkında nasıl bir yasal hüküm verilebilir demiş. Şeyhülislam kölenin
işkenceyle öldürülmesi gerektiğini söylemiş.
1553 yaz
mevsiminde İran üzerine sefere çıkan Sultan Süleyman, 22 Eylülde Bolvadin’e
gelir. Kendisine rakibi diye anlatılan oğlu Amasya sancakbeyi Mustafa’yı sefere
katılmak üzere çağırttırır. Vezir Ahmed Paşa, şehzadeyi uyarır: Sakın gelme,
sana Rüstem’in marifetiyle tuzak kurulmuştur. Gelişin ölümün olur der. Mustafa,
zor bir seçimle karşı karşıyadır. Eğer hayatını kaybedecekse de onu kaynağına
iade etmesini en doğrusu saymış olmalı ki yola çıkar. 5 Ekimde Konya Ereğlisi
civarındaki Aktepe’ye, ordunun bulunduğu yere beraberindeki birlikler ile
gelir. Gelişi büyük heyecan uyandırdı der Kinross. Çadırlarını babasınınkinin
yanına kurdurur. Divan kurulur. 38 yaşındaki Mustafa, vezirlerle birlikte otağı
hümayunun yakınlarına kadar at üzerinde ilerler. Yaklaşınca attan inip
vezirlerden ayrılıp çadıra babasının elini öpmeye girer. İşte o an olanlar
tarihin kırıldığı noktadır belki de. Yedi dilsiz cellat çullanır Mustafa’nın
üzerine (Hammer, Pargalı’yı uykusunda boğan cellatların bunlar olduğunu söyler)
şiddetle kendini savunur hem hayatı için hem de taht için. Kaçabilse, çadırdan
atabilse kendini, dışarıda onu gören asker öyle bir galeyana gelebilir ki
Sultan bile ilan edilebilir. Birkaç dakikalık o boğuşmada Zal Mahmud denen biri,
Mustafa’yı kollarından tutarak yay kirişiyle boğulmasını temin etmiştir.
Şehzade babasını imdada çağırırken, işin uzadığını gören padişahın ipekli
perdenin arkasından başını uzatıp çabuk olmalarını cellatlara işaret ettiği
bildirilir yabancı kaynaklarda. Bizim kaynaklar nerde olduğunu bile söylemez
padişahın.
Taşlıcalı
Yahya’nın Şehzade Mustafa’nın ölümünden sonra yazdığı şiir
Mekr-i Rüstem (Rüstem’in Hilesi)
Meded, meded bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel Celalileri aldı Mustafa Hanı
Tolundu mihri cemali, bozuldu erkanı
Vebale koydular al ile ali Osmanı
Yalancının kuru bühtanı, buğzi pinhanı
Akıttı yaşımızı, yakdı nar-ı hicranı
Nolaydı görmiyeydi bu mecerayı gözüm
Getürdü arkasını yire Zali devri zaman
Vücuduna sitemi Rüstem ile irdi ziyan
Ocan-ı ademiyan oldu hak ile yeksan
Diri kala ne revadır fesad iden şeytan
Nesimi suhh gibi yerde koma ahımızı
Hakaret eylediler nesli padişahımızı
Hatası gayri muayyen, günahı namalum
O mahı anca hayal ile ittiler madum
Bunun gibi kim gördü, kim işitti aceb
Ki oğluna kıya bir serveri Ömer meşreb
Nicolae Jorga
eserinde, Mustafa’nın emrindeki kapıcıbaşı ve mirahoru olan Venedikli devşirme
Mihail’in de aynı saat öldürüldüğünü ve beraber bir halı üzerinde birliklere
gösterildiğini belirtir. Yeniçeriler huzursuzluk çıkarmaya başlayınca 500-600
bin altın para dağıtılır ve Rüstem Paşa ve de onunla birlikte Haydar Paşa
görevden azledilir. Yerine Kara Ahmed Paşa getirilir. Ama Hürrem ve Rüstem’in
entrikaları ile o da daha sonra idam edilecektir.
Birçok
tarihçiye ve benim gibi tarihsevere göre bu an kırılma noktasıdır. Ve duraklama
döneminin başlangıcıdır. Fatih Sultan Mehmet’e kadar kuruluş dönemi olarak
tanımlanan süreç, Fatih ve ardılları ile yükselişe geçmiş ve birbirini
tamamlayan bir silsile halinde devam etmiş ve bu noktada kesilmiş ve durmuştur.
Fatih, Yavuz, Kanuni triosu (Sultan II.Bayezid’i dahil etmedik) yaşadıkları
dönemde devleti hep ileri götürecek hamleler gerçekleştirmiştir. Duraklama
dönemine girilmesi ise bahsettiğimiz triodaki o çapta bir padişahın bir daha gelememesindendir.
Tarihçilerin üzerinde ortak bir noktada birleştiği husus ise şehzade
Mustafa’nın bu kapasiteye yakın olduğudur. Hatta Hürrem’in Bayezid adlı
oğlunun, Mustafa’nın ölümü ile,
kabiliyetleri bakımından tahtın hakkını verebileceği Mustafa’dan sonraki ikinci
kişi olduğu dahi söylenmiştir. Ama o da katledilmiştir. Ve taht, tarihçilerin
sarhoş lakabı verdiği Selim’ e kalmıştır. Ama esas sahibi Sultan Süleyman’ın
son veziri Sokullu’dur.
Eeee bu kadar
anlattın. Şehzade Mustafa olsaydı ne olurdu sanki diye sorabilirsiniz.
Hürrem bu devlete ne kadar büyük bir
kötülük yapmış olabilir ki diyebilirsiniz.
Kanuni dönemi,
ilk iç borç yaşanan dönemlerden biri. Ayrıca Hürrem’in damadı Rüstem’in
sadrazamlığı devlet kademesine artık herkes tarafından benimsenen RÜŞVETİN
giriş tarihidir. Yavuz’un, oğlu Kanuni’ye bıraktığı ağzı dolu hazine acaba ne
oldu da Kanuni’nin vefatında Selim’in tahta çıkışında askerin cülusunu Mihrimah
kendi cebinden ödedi. Bu da bir muamma.
Sadece
bunlar olsa iyi. Dünyanın en güçlü donanmasının başına kara askerinin geçirilip
imha edilmesine seyirci kalınması, tüm Müslümanların koruyucusu bir halife iken
yanı başımızda Türk devletlerinin Ruslarca işgaline sessiz kalınıp, göstermelik
Don seferi ile bütün kuzey politikasının
iptali ve Ruslara büyüyebilme fırsatının verilmesi ile 250 yıl sürecek Türk-Rus çekişmesinin
başlayıp, sonunda milyonlarca Müslümanın yurtlarından kovulup anavatana
sığınacağı süreci başlatan olaylar Sarhoş Selim zamanında başlamıştır.
Sokullu,
Rüstem vb. birçok vezir devlet kademesine kendi devşirme yandaşlarını doldurmuş.
Yandaşları o makamın hakkını veremediği gibi, vergilerle de halkın ezilmesine
neden olmuşlardır. Kendi şahsi çıkarlarını düşünen devlet adamları, devletin
değil de kendilerinin güçlenmesini öncelik sayarken, Avrupalılar Amerika
kıtasından ve daha birçok yerden kendi ülkelerine zenginlik akıttılar. Ticaret yollarını değiştirdiler. Ve bizdeki
bu bozuk düzen 1922 ye kadar öyle ya da böyle sürdü.
Peki şehzade
Mustafa gelseydi ne olurdu diyeceksiniz. Belki Osmanlı Devleti yıkılmaz, dünya
politikasına yön veren bir devlet olarak günümüzde de devam edebilirdi. Belki
Ruslar bu kadar büyüyemez, Türk devletleri tek çatı altında birleşirdi. Belki
Fatih ve Kanuni’nin yarım bıraktığı İtalya seferi ile Roma fethedilebilirdi
belki Viyana. Belki de Osmanlı Devleti 1922 den daha önce tarihten silinirdi.
Ama şunu kesin olarak söyleyebilirim lakabı sarhoş olmazdı.
KAYNAKLAR
Mufassal Osmanlı Tarihi
Yılmaz Öztuna, Türkiye
Tarihi
İsmail Hami Danişmend,
İzahlı Osmanlı Kronolojisi
J.Von Hammer, Büyük
Osmanlı Tarihi
Nazım Tektaş, Çadırdan
Saraya
Necdet
Sevinç, Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü
Necdet
Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları
Halil
İbrahim İnal, Osmanlı Tarihi
Mehmet
Maksudoğlu,Osmanlı Tarihi
Lord
Kinross, Osmanlı İmparatorluğun Yükselişi ve Çöküşü
Nicolae
Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi
Abdurrahman
Şeref, Osmanlı Devleti Tarihi
Alphonse
De Lamartine, Osmanlı Tarihi
Hüseyin
Tekinoğlu, Muhteşem Süleyman Yönetim ve Liderlik Sırları
Yılmaz
Öztuna, Kanuni Sultan Süleyman
Nicolae
Jorga, Yenilmez Türk
Şenol Koçan Köşe Yazıları

