
Bu Hale Nasıl Geldik?
Murat Sevgi
Yakın tarihimizde
Türkiye ekonomisi için çok önemli bazı tarihler vardır. Bu tarihler, büyük
kararların ve sonrasında yaşanan değişimlerin doğum günleri oldukları için
zihnimize kazınmıştır. Son 30 yılımızı şekillendiren, iç ve dış siyasi etkileri
olan tarihlerden iki tanesi 24 Ocak ve 5 Nisan’dır.
24
Ocak tarihini bizim için önemli kılan kararlar; Müsteşar olarak görev aldığı
hükümetten son anda istifa ederek 12 Eylül askeri darbesi ile yasaklı duruma
gelmekten kurtulan Turgut ÖZAL'ın imzasını taşıyor. ÖZAL, yaşanan darbe
sürecine rağmen ekonominin yönetimini bırakmayıp, adeta dokunulmaz bir boyutta
varlığını sürdürmüştür. Askerlerden kurulu Bülent ULUSU hükümetinde de
sonrasında kurduğu parti ile kendi hükümetinde de ekonomi yönetimini ara
vermeden sürdürmüştür.
Bu
yönetim süresince Türkiye renkli televizyon, video ve marlboro gibi pek çok
batı ürünü ile legal olarak karşılaştı. Serbest piyasanın her türlü serbestliği
en üst seviyede yaşanırken ABD doları da aynı serbestlikten yararlanıp uçma
fırsatı buldu! Aslında dolar filan uçmuyordu. Bizler maden kuyusuna inen bir
asansördeki işçiler gibi yukarı baktığımız için, yüzeyde kalıp bizden
uzaklaşanları uçuyormuş gibi görüyorduk. Gerçekte ise hızla yerin dibine doğru
batmakta olan bizdik. Ülkeyi koruyan ekonomi duvarlarının çoğu yıkılmış,
yabancı şirketlerin paraları ve malları hoyratça ve özgürce at koşturabilir
hale gelmişti. Bunun adı: 'Ekonomik serbestlik' di, 'Serbest Piyasa Ekonomisi'
idi yada o gün akıl etselerdi: 'Ekonomik Açılım' dı!
Ülke
içine düştüğü kör kuyunun farkına varmak için çevresine bakıp uyanma fırsatı
ararken gündemi bu defa top sesleri bulandırdı. Güneyimizde ABD'nin şımarık
evlatlığı Irak yönetimi, Batımızda da Rusya’nın huysuz kuzenleri Sırplar savaş
çıkardılar... Biz de ekonomi derdini unutup savaşa bulaşmama hesapları yapmaya
başladık.
Sonuçta
o tantana arasında Türkiye’nin parasını pula çevirenler yaptıklarından
utanacağına, pişkinliği iyice kavurup, ülkenin varını yoğunu satmanın derdine
girdiler. Köyünde kıt-kanaat geçinen insanlarını işadamı diye ortalarda dolaşan
ağa bozuntusu 'kaplanların' önüne ucuz işçi olarak atmak uğruna gecekondu
kültürünü standartlaştırmaya çalıştılar.
Köyler
boşaldı, tarım, hayvancılık, yöresel üretim ve küçük esnaf dışlandı. Köylere ve
küçük kasabalara kadar endüstri ürünlerinin girmesi sağlandı. Büyük markalar
televizyonları kullanarak toplumu kandırmayı çok sevdi. Geri zekalı
reklamcılar, yeni çıkan ürünü satabilmek için kendi ürünlerine bile kir attı:
"DBD öldürür. Bu deterjanda LAB var!" dediler. Bir Allah'ın kulu da
çıkıp bu güne kadar niye öldürücü ürünü sattın diye sormadı. (Bugün ABD ve AB
yardakçılığı yapanlar şunu bilmeli: Aynı işler, ABD'de olsa adamı ne yaparlar?
O “Demokrasi Cennetinde(!)” vatandaşını koruyan ve kollayan öyle yasalar var
ki! Araştırın, oralarda Demokrasi ne demekmiş bir görün!)
Köyler
boşaldı, kırsalda yaşayan milyonlarca vatandaş yatağı yorganı sırtlayıp
şehirlere geldi. Şehirlerin çevresinde mıknatısa toplanan demir tozları gibi
öbek–öbek yığıldılar. Eğitim yoktu, beceri yoktu! Bizim kaplanlar, tam onlara
göre işler icat ettiler...
Bu
kadarı yetmezdi. Yarım asırdır Avrupa Ekonomik Topluluğu'na gireceğiz yalanı
ile kandırılan vatandaş artık yalanı yemiyordu. Uyanmaya başlamıştı. 'Millet bu
ayaklardan sıkılmıştı.'
Tam
o sırada ülkenin gündemi yeniden değiştirildi. Türkiye yönetim zafiyeti içerisinde
kıvranıyordu. 5 Nisan 1994 de “Krizden çıkmak için Türkiye tarihinin en
büyük kemer sıkma programı açıklandı.” Birkaç haftalık kısa süreçte Türk
parası, Dolar karşısında tarihinin en büyük değer kaybını yaşadı. 6 Nisan 1994
de “Hükümete beklenmedik şok. Hükümete güvenen Merkez Bankası faizi
düşürünce devalüasyon oranı %24 e çıktı.”
Bu
başarıların mimarı olan iktidar, gitmeden önce, hediyesini de kucağımıza
bırakmayı başardı: "Dünya Tarihinin En Büyük Kapitülasyonu", 6
Şubat 1995 tarihinde “Dışişleri Bakanları tarafından AB - Türkiye Gümrük
birliği anlaşması karara bağlandı.” Başlıklı basın bülteni ile bildirildi. Bu
karar; ortaklık Konseyi tarafından 6 Mart 1995 tarihinde kabul edildi. Bu
olaylar dizisi iktidarın da sonu oldu: “Gümrük Birliği” ve “5 nisan kararları”
dışında, birçok icraatı ve uygulamaları ile de gülünç durumlara düşülmesine
sebep oldular. Bu iktidarın, ortaklarının ikisinin de adlarının başında
“Profesör Doktor” unvanının bulunmasının, ayrı bir ironi oluşturması, mizah
tarihi açısından da önemli bir saptamadır.
Aradan
çok zaman geçti. O yıl doğan çocuklar bu yıl liseyi bitiriyor… Hayat devam
ediyor. O gün atılan imzalar sayesinde; Hakkari’den Atlas Okyanusuna kadar,
Hatay’dan Kuzey Buz Denizi kıyılarına kadar tek bir ekonomik coğrafyada
yaşıyoruz. Büyük bir ekonomik birlikteliğin üyesiyiz. ‘Birliktelik’ kolay bir
olgu değil. Buraya kadar tamam! Ama:
Bu
olayda gözden kaçırılan çok önemli bir nokta var: Biz, Türkiye olarak; bazı
egemenlik unsurlarımızı devrettik. Üçüncü ülkeler ile ilgili olarak; gümrük
imtiyazlarımızı, ikili anlaşmalar yapabilme haklarımızı, karşılıklı
muafiyetlerden doğan avantajlarımızı ve buna benzer birçok ‘hakkımızı’
kaybettik. Bağımsızlığımızın gerekleri olan bazı ‘egemenlik haklarını’ bu
anlaşma ile Brüksel’e devrettik. (Eğer AB üyesi olursak; çok daha fazlasını
devredeceğiz.)
*
* *
Bu
durumda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” denilebilir mi?
Dolayısıyla
bugün; 18 yaşından küçük her çocuğun, hayatı boyunca bir gün olsun ‘Tam
bağımsız yaşa[MA]dığını’ söyleyebiliriz. Önümüz bahar, yani bayramlar
başlıyor… Her yıl yaşanan ‘Egemenlik’ bayramlarında bunu daha iyi düşünmek
gerekir. Mustafa Kemal, o bayramları, çocuklara; olmayan egemenliklerini
kutlamaları için mi verdi!..
Ve
bunu sağlayan imzayı atanlar, zafer kazanmış bir hükümdar edası ile
gururlandılar. Bizler de güzel bir şeyler oluyor zannederek, o gün onları
alkışladık! Yarın, aynı şeyleri söylememek için, vatandaş olarak bu gün, neyi
alkışladığımızı bilmek zorundayız.
Hep
sevgi ile kalın.
Murat
SEVGİ
Murat Sevgi Köşe Yazıları
- Akbabalar Kemirgenler Ve Parazitler
- Ne Bekliyorsunuz Ki? Öyle Veliye Böyle Çocuk
- Nükleer Strateji
- Hep Ucuza Rağbet Var Ama Ucuz Genelde Dandiktir
- Enerji Verimliliği Semineri
- Marçep
- Sosyal Medyadan Beslenmek
- Militan Çevrecilik
- Camın Arkası
- Hayatın Anahtarı: Arılar
- Virüs, Genom Teknolojisi Ve Tehlikeli İnovasyonlar
- Öteki Tarafa Geçmenin Anahtarlari
- Gdo: Ne Olacak Canım, Yiyin!
- Farkında Mıyız?!...
- Gdo'lu Pirincin Bedelini Kim Ödeyecek?
- Yakarak Enerji Üretmek “Yenilenebilir” Mi?
- Ateşle Oynuyorlar!
- Elektromanyetik
- Gemiler Yandı! Geri Dönüş Yok!
- Ergene Kirletilirken Neredeydik?
- Marka Bilinci Ve Algının Değişimi Üzerine
- Yönetecek Bir Şey Kalmadı Ki!
- Popüler Kültür
- Her Yil Ayni Terane
- Konu “Enerji” Olunca Facebook Çildirdi-1
- Kurban Toplumu
- Toprak Değil İnsan Erozyonu
- Sokak Kültürü
- Olağan Şüpheliler
- Meşru Müdafaa Hakki
- İletişim “Merhaba” İle Başlar
- At Gözlüğü
- Gemiler Yandı Geri Dönüş Yok!
- Kütür-Kütür Mü? Kültür-Kültür Mü?
- Ölüm Reçetesi: Can Boğazdan Gider
- Yağma Yok!
- Katalizör
- Okumak Neden Gereklidir?
- Felaket Ya Da Daha Ötesi!
- Çocuklarimizi Nasil Öldürürüz?
- İhmal Değil Cinayet!
- Kirkbeşlik
- Bu Ay Hirsizlarin Avuçlari Kaşinir!
- Küresel Isinma Sağlığımızı Tehdit Ediyor (1)
- Sivrisinekler Sıcakta Komutayı Ellerine Alıyor (2)
- Sağlığı Tehdit Eden Sular (3)
- İnsanın Psiko-Mekaniği
- Arıtma Çamurları Yenilenebilir Enerji Kaynağı Olacak Mış!
- Yönetememenin Türkçesi
- Ekoloji - Ekonomi - Rant!

